11 Aralık 2014 Perşembe

Bir Jeton Hikayesi


-Kaç sene önceydi?
-Ne kaç sene önceydi?
-Mavi farları gördüğüm ilk gün?
- :) Bilmem ortaokula gidiyorduk, 20 sene olmuştur herhalde.
-19 sene..

19 senedir hayatımda önemli ne olduysa, yanımda sen vardın biliyor musun? İyi,kötü her anımda..
Gözümü kapatıp geri gittiğimde, her zaman sahnenin bir köşesindeydin, benim için..

Ergenlik isyanlarımda, sınav heyecanlarımda, maçlarımda..
Hadi şunu yapalım dediğim hiç birşeye hayır demedin, beraber yapabileceklerimiz hep sınırsızdı çünkü :)  Seninle güldüğüm kadar gülmedim kimseyle. Saatlerce konuşmaktan sıkılmadığımızı hatırlıyorum. Hiç ortak noktamız olmadı halbuki. Hep farklı şeylerden hoşlanan iki insan, nasıl olur da bu kadar iyi anlaşır, hala anlamıyorum :) Zıt kutup meselesi bizimkisi..

Araya mesafeler girdiğinde bile, bana hep en yakın sendin.. Hiç bişey söylemeden durduğum zamanlarda dahi, beni en iyi sen anladın.  Ne zaman yolumu kaybetsem, sana sığındım. Bazen susarak, bazense tek bir cümlen, bakışınla güvenli limanlara götürdün beni. Her sevincimi ilk seninle paylaştım ben. Senle paylaşılmadığında herşey anlamsızdı çünkü.. Sevinçlerim de , üzüntülerim de..
Hani bazı anlar olur ya, hiç aklından çıkmaz. Dövme gibi kazınır derine. Hiç silinmez benliğinden.. İşte o anlarda hep vardın sen.. Babamın gittiği güne dair hatırladığım en net görüntü, sensin, biliyor musun? Bir an bile elimi bırakmadın.. Ağlama demedin, benden çok ağladın. Kim bilir belki en çok bu huyunu seviyorum. Boş sözlerle avutmaya çalışmadın beni hiç bir zaman, ağlanacaksa beraber ağladık, gülünecekse beraber..

Düşünüyorum da, sen olmasan, ben eksik kalırdım.. Eksik..

Çok iyi biliyorsun, çok sevildiğini..

Kardeşten öte..
Emine..

17 Haziran 2014 Salı

miniğin doğumgünü


-Saçlarım çok mu kötü duruyor?
-Saçın yok ki kötü dursun ..
-Dalga geçme abla ya.. Keşke düğüne kadar saçım çıkmış olsaydı..
-Olsun sen böyle de yakışıklısın. Keltoş yakışıklı :)

Kızmış gibi yapıyorsun, gülüyorsunuz.. Ben de gülüyorum, aslında ağlamamak için gülmeye çalışıyorum.. Korkuyorum çünkü. Sana bişey olucak, bugün bitmeyecek diye korkuyorum. 
Bugün güzel bir gün diye tekrar ediyorum içimden..Sanki böyle olmadığına bir an bile inanırsam, sonuç kötü gelecekmiş gibi geliyor.. 3,5 aydır beklediğimiz sonucu bugün alıcaz ve herşey bitmiş olucak..
Sonuç.. Tamamen kaybolabilir dediler.. Olabilir.. Olmayabilir ama..
Olasılıklar yüzünden kendimi içten içe parçaladığım,  sonra da hayır kardeşime bişey olmayacak diye toparlanmaya çalıştığım günler, bugün bitecek mi? Başka şeyler düşünüp sakinleşmeliyim. 2 gün sonra evleniyorum mesela, en iyisi onu düşüneyim..  Daha karar verilmesi, organize edilmesi gereken bir sürü iş var, bir gelin adayı olarak bunlara endişeleniyor olmam lazım, değil mi?  Düğünde olabilecek aksiliklere odaklanmaya çalışıyorum, ama kalbimin sesinden bu çok mümkün olmuyor.
Geldik.. Ben inemicem galiba.. Yürüyemicem.. Saçma sapan şeylerden bahsediyoruz üçümüzde.. Sevgilim çaktırmadan beni tutmaya çalışıyor. Biliyor iyi olmadığımı..
Arabadaki kadar rahat gözükmüyoruz artık.. Bugün Cuma, sonucu düğünden sonra Pazartesi günü alabilirdik diye söyleniyorsun.. Aklın sıra kötü çıkarsa beni üzmemiş olucaksın düğünden önce.. Hadi söylenme hem sonuç iyi gelicek, çifte düğün yapıcaz işte diyorum.. Söylediğim, kendime bile rüya gibi geliyor.

Hastaneye doğru yürüyoruz, yol boyunca sonucu aldığımızda ağlamak bayılmak yok diye tembihliyorsun. Off saçmalama derken, acaba oraya kadar dayanabilecek miyim diye düşünüyorum.

Sonunda alıyoruz raporu. Gene anlamıyorum yazılanları. Tonla karışık şey yazıyor. Ama ilkinde nasıl biliyorsam kötü olduğunu, şimdi de iyi olduğunu biliyorum..

Hemen annemi arıyorum.. Hasta olduğunu öğrendiğimizde söyleyememiştim, ta ki bana gerçekten ne olduğunu söylemicek misin diyene kadar..Ama bunu söyleyebilirim rahatlıkla. Temiz temiz diye bağırıyorum, annem sadece hıçkırıyor.

Bitti bitti bitti diye tekrarlıyorum içimden..

Gogom,

Bugün doğumgünün ve sen  bu yazıyı okuduğunda ben senden çok uzaklarda olacağım..

Şaka yapmıyorum , yaklaşık 7700 km kadar :). Balayının tadını çıkarıyor olucam, muhtemelen deniz kenarındayım, Thai masajı falan yaptırıyorum şu an.. Burnuma denizin kokusu geliyor, manzara o kadar güzel ki.. Kalkmak istemiyorum. Bugünün tadını çıkarmak benim de hakkım dimi?
Tayland mutfağına özel bir pasta falan yok mu ? Sevgilimle bizim de hakkımız, bugün pasta yemek..
Hatta ben üfleyebilirim bile. Nasıl küçükken beraber üflüyorsak, bugün de öyle yapabiliriz :P

Neyse, hadi rahat bırakıyorum. Bu sene, bensiz üfleyeceksin mumlarını Gogom. Hatta benimkinden büyük bir dilim pasta da yiyebilirsin. Niye onun ki daha büyük diye mızıkçılık yapamıcam nasıl olsa :) Orada olsam da yapmayacaktım ama.. Cidden yapmayacaktım, çok mutluyum çünkü.

Seni çok seviyorum Gogom,  umarım 28'in kötü zamanlarını sana tümden unutturan bir 29 yaşarsın..
Sağlıklı, mutlu yaşlar senin olsun çim adam. Bir de bir an evvel saçların çıksın. Kelliğin sana yakıştığı konusunda ciddi değildim :)


Ve teşekkürler!

Bu süreçte yanımızda olan herkese..

Ama en çok,


Hiç bir zaman kendini bırakmayan, hep güçlü, inançlı olan, hayatımda tanıdığım en güçlü kadına, anneme.. Aileme..Beni ve kardeşimi asla yalnız bırakmayan anne yarılarım, teyzoşlarım Minoş, Pika, Lelo ve Demo'ya, halalarıma. Her an yanımızda olan, elimizi hiç bırakmayan 'gülannem' Gülhan annem ve Adnan babama.. En büyük destekçimiz, dayanağımız dayım Memo'ya..Her ağlayarak açtığım telefonda bana umut veren kuzenlerim Meloş ve Türkan'a.. Eniştelerime..  Her an dua eden, seni en az benim kadar seven minnoşlar Beloli ve Hazal'a..

Bitmek bilmeyen endişelerimle kendimi kaybettiğim her an , her şey güzel olucak diye beni sakinleştiren sevgilime.. Bu 3,5 ay en çok seni zorladım sevgilim, biliyorum..

Arkadaşlarıma.. Kardeşimi kendi kardeşi gibi gören Minnoşuma, Özçom'a.. Bana her an destek olan Benoş'a, Nur'a,.. Her an her saniye yanımda olan, her bayılıp ayıldığımda beni toparlayan canlarım Aslıki, Siboş ve Purcu'ma.. Bana hep moral veren Birsen'e, Nurten'e,Hasan abime, Hacım Arda ve ben acaba biter mi diye kendimi kahrettiğimde bitecek diye beni sakinleştiren Serra'ya.. En çok sana inandım Serra :)

Hep dua eden voleybolcu yavrularım, Ceycuş,Serroş, Beyzuş, Ayşem, Melto, Serennn, Sevdoş, Bero ve Fat'a..

Bıdır bıdır hergün başımın etini yiyerek başka şeyler düşünmemi sağlayan Ceren'e. Nikolarıma, Cengo, Fırat, Salih, Birkan, Esmoş, Ayşe ve Duygu'ya..

Komşularımıza, annemi bir an bile bırakmayan Zülfiye teyzeme, Nuray ablam, Sevilay yengem, Taylan abim ve Emoş'a. Sevgi ablama..

Kardeşten öte Yavuz ve Hakan'a.. Bazen gerçekten kardeş olup olmadığımızı düşünüyorum.  Cici annen ve baban Gül teyze ve Salih amcama.. Zeki'ye.. Hep yanında oldular..

Ve sana elbette.Böyle tatlı bir kardeş olduğun için.. Tedavinin en zor zamanlarında bile mızmızlık yapmadığın, herkes düşeceksin diye beklerken, hep ayakta kaldığın için..


                                                                                                            Seni çok çok seven ablan..







1 Nisan 2014 Salı

minik

Avuçlarımın içinde kocaman bir adamın elleri var.. Çok önemli bir sınava beraber gidiyoruz. Dev gibi bir adam, ama o kadar minnoş ki.. Zaten lakabı da ''minik''.. O sert güçlü görüntüye tezat yüzündeki daimi gülümsemesi. O yüzden çok seviliyor işte..

Dalıp gittiğim uzaklardan, günlerdir uyanamadığım kabusa, o ana geri dönüyorum. Hala yoldayız, gözlerine bakıyorum, artık endişeli bakıyor hayata..Kahroluyorum...Günlerdir uyku girmemiş gözlerime.. Titreyerek sabahları beklediğim günlerdeyim..Kuytu köşelerde bile ağlamak yasak..Ama sen güçlü olmak zorundasın diyorlar, sana güveniyor çünkü..Dişlerimi sıkıyorum ağlamamak, bağırmamak için. Gülümsüyorum, güçlü olmak zorundayım çünkü.

Elleri avucumda, o an o kadar bambaşka yerlerdeyiz ki ikimizde..O belirsiz geleceğe bakıyor, ben ise güzel geçmişimize..Güzel derken, üçte biri kavgayla dolu bir geçmiş..Neden o kadar çok dövüşürdük, neyi paylaşamazdık bilmiyorum, fakat sonu hep aynı biterdi kavgaların. Bendeniz bir yerlerine patlatır, sonra canı acıyınca da ''kardeşimmm'' diye ağlardım. Sarılır barışırdık. Böyle bir 10 sene geçti, boyu uzadığından mıdır bilmem, bir süre sonra ben daha barışçıl yaklaşmaya başladım ilişkimize. Ne zamandan sonra birbirimize bu kadar düşkün olduk, bilmiyorum. Küçükken o korkar saklanırdı arkama köpek görünce, sonra ben kaçtım arkasına, her korktuğumda. Hastalandığımda, benden fazla endişelendi hep.. Ameliyat oldum, kapısında o bekledi, günlerce tedaviye götürdü, saatlerce bekledi beni. Artık koşucam deyip sahile indiğimde, düşerim diye, gizlice takip etti.. Pilates çok iyi geliyor dedim, yalnız bırakmamak için benle beraber o da başladı, o cüsseyle, tüm garip bakışlara rağmen hem de.. Ne zaman bir sorun olsa ilk birbirimizi aradık, sorgusuz sualsiz hemen koştuk geldik. Kocaman adamsın, bana yolda abla diye bağırma, hem annem niye abla dedirtmiş ki, aramızda sadece 1 yaş var diye kızdığımda, iyi ki varsın ablam dedi..

Elimi sıkıyor, geldik diyor. Kaldırıyorum başımı, gelmişiz, o kağıt, artık çok yakında. Bakıcam ve herşey normale dönücek diye beklediğim kağıt. Çıkmıyor arabadan, sen al diyor, sonra ekliyor, iyi ki varsın ablam..

Telaştan okuyamıyorum, anlaşılmaz tonla şey yazıyor zaten.. Çat pat anladıklarım da bana yetiyor. Arabaya biniyorum, o benden daha sakin. Elini gene tutuyorum.

''Beraber düştük, beraber çıkıcaz..''




23 Mart 2014 Pazar

Lütfen..

Uzun uzun bakıyorum boş sayfaya. 
Bazı anlar vardır ya hani, aslında konuşacak onca şey varken, bir kelime dahi çıkmaz ağzınızdan. Öyle birşey bu sanırım.. Anlatacak, söyleyecek çok şey var, ama çıkmıyor işte ağzımdan. Belki anlatmazsam gerçek olmazlar. Ya da gerçek olmadıklarından, dile gelmek istemiyorlardır belki.

Gene başladı işte. Üşüyorum.. Buz kesiyor içimi. Titremek, duygudan sayılmaz dimi? Sayılmalı bence.
Hissettiğim tek şey bu, üşüyorum, düşündükçe..Ufak tefek şeylere kızdığım, üzüldüğüm, sevindiğim zamanlara geri dönebilecek miyim? Bilmiyorum..

Hikayenin başı önemli değil bence. Sonunu da henüz göremiyorum. Yeni yeni gerçekliğini kabul ediyorum zaten, sonunu nasıl hesaplayabilirim ki.. Sanırım dün sondu, birazdan uyanıcam ve bunların hiçbiri yaşanmamış olacak diye düşündüğüm.. 


Tamam, rüya değil, ama bitsin artık.. Ben uyuyayım ve uyandığımda herşey bitmiş olsun lütfen..

 Lütfen..

24 Ocak 2014 Cuma

Karanlıkta Diyalog

Öncelikle hoşgeldiniz..
Sizin için çok sıradışı bir deneyim olacak.. İçerisi güvenli, ama olur da çıkmak isterseniz, rehberinize durumu bildirin, sizi hemen çıkartacağız. Şimdi size değneklerinizi vereceğim ve nasıl kullanacağınızı göstereceğim diyor güler yüzlü kız. Alıyorum değneğimi, niye geldim ki buraya, kesin kaybederim ben bunu diye düşünüyorum.

Sol elinizle duvarı takip edin, sağ elinizle değneği gösterdiğim gibi kullanarak ilerleyelim, sizi rehberinize teslim edeceğim, evet hazırsanız gidiyoruz diyor ve zifiri karanlığa dalıyoruz. Endişe duyuyorum birden, korku da..

Koridorda ilerliyoruz, şimdi durun geldik, sizi rehberiniz Hayati'ye teslim ediyorum diyor. 8 kişilik grubun en arkasındayız sevgilimle, duruyoruz. Karanlık, gerçekten kapkaranlık. Hiç bu kadar karanlıkta kalmadım ben, panikliyorum sanırım, rehber konuşmaya başlıyor, rahatlıyorum. Hayati, görme engelli olduğunu söylüyor öncelikle. Yaşı 30-35 diye tahmin ediyorum sesinden. Burada zaman farklı akıyor, umarım iyi vakit geçirirsiniz diye ekliyor. Sonra ilk gelenlerle tanışıyor. Yüzlerini hatırlamıyorum hiçbirinin. Dikkat etmemişim. Onlar da benim kadar tedirgin mi acaba? Sesime gelin diyor Hayati, ona doğru ilerliyorum. Elimden tutuyor, ne çabuk geldim. Sesi sanki daha uzaktaydı. Hoşgeldin, adın ne derken saçıma başıma dokunuyor, garipsiyorum elbette.Çok uzunsun, boyun benim kadar diyor, gözümde Hayati'yi canlandırmaya çalışıyorum. Hafif kilolu, kumral, saçları seyrek. Sonra sevgilime gidiyor, o benden daha rahat, şakalaşıyorlar.
Başlıyoruz diyor ve Hayati'nin sesinin peşinde İstanbul'u gezmeye başlıyoruz. İtiş kakış ilerliyoruz. Herkes arkadaşını bulmaya çalışıyor. Geniş bir yerde miyim, dar mı bilmiyorum. Kimbilir ne komik gözüküyoruz. Bir kaç arkadaş gelen bir grup var, birbirlerini arıyorlar sürekli, gülüşüyorlar. Sevgilim nerde diye düşünürken, yanıma geldiğini farkediyorum. Karanlıkta bile beni elini koymuş gibi buluyor :) Siz benim nişanlım değil misiniz diye fısıldıyor, gülüyorum. Sonra kopuyoruz birbirimizden, itiş kakış yürümeye başlıyoruz. Herkes özür diiliyor sürekli, çarptığımız için değil ama etrafı yoklarken, birbirimizi yokladığımız için..Yüzlerini bilmediğim insanları yavaş yavaş tanımaya başlıyorum. Bir kız kolumu sıkıyor, Koray? Yok ben Abdullah diyesim geliyor, susuyorum :)
İlerlemeye devam ediyoruz, park gibi bir yerdeyiz, çiçekler var.Yokluyorum, nasıllar acaba, renkleri ne? Bir köşeye yaslanıyorum, araba mı bu? Bilemedim. Ne acaba bu diye söylenirken, biri adımla hitap edip bir arabaya yaslanıyorsun diyor. Yanımda biri varmış, benim gibi neye yaslandığımıza bakıyormuş ve artık sesimden beni tanıyormuş, farkediyorum.
Karşıdan karşıya geçicez diyor Hayati, ışıklarda bekliyoruz. Sesleri dinliyoruz, arabaların, ışıkların, İstanbul sokaklarının.. Ne çok gürültü var, burasının daha sessiz olması gerekmez miydi diye düşünüyorum. Gürültü rahatsız ediyor.

İlerliyoruz, sevgilimle gene yanyana gelmişiz, o sırada Hayati geliyor, saçımı başımı yokluyor gene, aynı şeyi sevgilime de yaptığını tahmin ediyorum. Burda evlenmek ister misiniz diye soruyor, şaşırıyorum. Nişanlısınız dimi diyor, evet diyoruz, konuşurken duydum diyor. Ama fısıldıyorduk nasıl duydu ki?  O sırada hemen yanımızdaydı belki, hiç sezmedik. Cevap veremiyoruz.. Kime evet dediğimi bilmediğim bir yer sıkıntı olabilir diyorum, gülüşüyoruz.

Manava giriyoruz, tramvaya, uçağa biniyoruz, betimleme film izliyoruz, hatta cafeye bile gidiyoruz..
Ne içersiniz diye soruyorlar,  kola diyorum, zero var mı :)

Oturuyoruz, biraz sohbet edelim diyor Hayati. Zamanın karanlıkta farklı aktığından bahsediyor. Gezmeye başlayalı 1,5 saat olmuş olamaz!! Olmuş işte. Nasıl öğrendiniz sergiyi diyor, arkadaşım tavsiye etti diyorum. Siboşum geliyor aklıma, acaba o ne düşünüyordu burada otururken? Aslında amaç görme engelli bir insanın neler hissettiğini değil, duyularınızın keskinleşmesini sağlamaktı diyor. Burası çok gürültülüydü diyorum, dışarda farkedemeyeceğim sesler olduğunu söylüyor.. Şimdi anlıyorum neden bana fazla geldiğini etrafta ki seslerin. Aynı şeyi sevgilim de farketmiş.  Daire gibi bir alanın içinde konuştuğumuzu düşünüyorum. Gruptakilerin sesleri çok farklı yerlerden geliyor, ama artık onları tanıyabiliyorum. Hoşgörü diyor biri.Dışarda birine bu kadar çarpsam kavga çıkardı ama burda herkese karşı hoşgörülüydüm. Ne zamandır görmüyorsunuz diyor biri? Doğuştanmış. Ama %5-10 görüyorum diyor Hayati. Çok seviniyorum. Peki ya hiç görmeyenler, doğumdan beri karanlıkta olanlar? Onlar herşeyi kendilerine göre betimliyorlar diyor. Rüya görüyorlar mı diyor biri, ne çok sorumuz varmış.

Artık gezinin sonuna geldik, dışarı çıkıyoruz. Aydınlığı görünce 2 damla akıyor gözlerimden. Neye ağlıyorum, bilmiyorum. Biri çekiştiriyor beni, sen kimsin diye. Tanıtıyorum, hadi canım o olamazsın diyor, kimbilir nasıl düşünmüş beni.. Ben de onu bu kadar kısa düşünmemiştim. Hayati'yi görüyorum sonra, albinoymuş. Çok şaşırıyorum, kumral düşünmüştüm ben onu. Beni görmek için çok çok yakınıma geliyor, çok yakından biraz görebildiğini söylemişti. Sevgilime bakıyorum o sırada, o da benim gibi etkilenmiş. Anı defterine hissettiklerinizi yazın lütfen diyorlar ve tam o an gerçekten ne hissediyorsam yazıp çıkıyorum.

'Artık daha iyi duyabiliyorum.'


http://www.biletix.com/etkinlik-grup/66384260/ISTANBUL/tr

14 Ocak 2014 Salı

Big Bang!


Ok.. Here we go! Background.. Action!!
En sevdiğim dizilerden biri olan Big Bang Theory'nin setinden en çok aklımda kalan replik :)

Sevgilimle, uzun süredir hayalini kurduğumuz Amerika tatilini planlarken, sevdiğimiz dizilerin setlerini de ziyaret etmeyi hedefliyorduk. TOP 5 dizi listem(iz)e baktık hemen.. Listenin 1 numarası House M.D ve 5 numarası Lost çok uzun süreler önce bittiği için devre dışı kaldılar. Bu arada, Amerika'da, çok büyük bir sürprizle, Hugh Laurie nam-ı diğer House'u da gördüm ancak onu da başka bir gün anlatacağım :) 3 ve 4 numaramız olan Grey's Anatomy ve Game of Thrones için ziyaret mümkün değildi,  2 numarada ki Big Bang Theory için araştırmalar devam ederken karşımıza ''tv tickets'' sitesi çıktı. Tv tickets, Los Angeles'da çekilen bazı show ve dizilerin çekimlerine seyirci olarak katılım hakkı veriyor. Çekimlere katılım için bilet sahibi olmanız gerekiyor, showların çekim tarihlerinden tam 1 ay önce siteden talepte bulunuyorsunuz bunun için. Biletler free ancak çok kısıtlı. Dolayısıyla popüler dizilerin biletleri yayınlanır yayınlanmaz tükeniyor. Sitede Hot In Cleveland ve Two And A Half Man gibi ünlü dizilerden, adı sanı duyulmamış showlara kadar çok seçenek var, ancak içlerinde en popüleri Big Bang Theory. Çekimlere çok talep olduğundan, sadece bu diziye özel olarak, guarantee biletler tükendiğinde standby talepte alıyorlar. Standby biletler ile içeriye kabul edilme garantiniz yok, önce guarantee bilet sahiplerini ve sanatçıların yakınlarını, daha sonra içerinin müsaitlik durumuna göre sırada olan standbyları alıyorlar. Ayda sadece 4 gün seyirciye açık çekimi olan, bu kadar popüler bir diziye standby bilet bile bulamayacağımız düşüncesindeydim ben. Bir yandan heyecanlanıyordum, bir yandan da bilet bulamama ihtimalimiz nedeniyle boş bir hevese kapılmak istemiyordum :) İstediğimiz çekimin online başvurusunun açılması için yaklaşık 1 ay bekledik, büyük an gelip online başvuru açılır açılmaz yoğunluk yüzünden site kilitlendi (o derece!!).. Ben umudumu kaybetmiştim ancak inatçı sevgilimin saatler süren uğraşı sonrasında 2 adet standby biletimiz olmuştu :)


Bilet sahibi olduktan sonra endişelerim son bulmadı elbette. Daha önce bahsettiğim üzere standby bilet içeri girme garantisi vermiyor, önce gelen kazanır mantığıyla ilerliyor sistem. Forumlarda 4 saat erken gitmenin yeterli olacağı söyleniyor genelde.Biz de bu mantıkla ilerledik ve çekimin başlamasından tam 4 saat önce sıraya girdik. Evet evet tam 4 saat :) İçeri girip giremeyeceğiniz belli bile değilken saatlerce bekleyecek olmanın yanı sıra, showa kesinlikle telefon almadıklarından beklerken yanımıza telefon da alamadık:). Büyük bir kısmı güneşin altında olma suretiyle yaklaşık 3 saat bekledik. Oturacak yer olmadığından yerlerde oturduğumuzu da eklemek isterim :) Bu 3 saat sürekli hesaplamayla geçti tabi :) Önümüzde 18 kişi vardı ancak içeri kaç kişi aldıklarını ve guarantee bilet sayısını bilmediğimizden ben sürekli endişe yaptım elbette :) 3 saat sonunda guarantee bilet sahipleri gelip sıranın en önüne geçmeye başladılar, ben yoldan geçen herkesi potansiyel tehlike olarak görmeye başlamıştım :) 20 kişi tamamlandığında oturarak! bekleyebileceğimiz başka bir bölgeye geçtik :).  Burada bilet sırasına göre herkese bir numara verdiler, bileğimize bing bang damgasını vurdular (tam bir askeri kamp düzeni olduğuna dikkatinizi çekerim) ve 39-40 numara olarak tekrar beklemeye başladık. Sırada 200 kadar insan vardı, kuyruğu tahmin edin. Biz nispeten ön sıralarda olmamıza rağmen ben pesimist yaklaşımlarda bulunurken, sevgilim giricez yaee rahat ol tarzında optimist yaklaşımlar sergiliyordu. Önce VIPleri, daha sonra guarantee bilet sahiplerini içeri aldılar, sonrasında gelen bir yetkili moralinizi bozmak istemem ama bugün ancak 30 kişi kadar içeri alabilicez deyince ve yaklaşık 60lı sıralarda olan bir teyze ağlamaya başlayınca ben de tüm umudumu kaybettim. Bunca olumsuzluğa rağmen sevgilim optimist söylemlerine ve gülümsemeye devam etti :) Yaklaşık 3.turda zannediyorum son kişiler olarak bizleri aldılar. Bir mutluluktan havalara uçma durumu oldu tabi.. Bu kadar yolu gelip, 4 saat bekledikten sonra giremeseydim çok üzülürdüm. Aslında böyle güzel gülen bir sevgilim olduğu için hiç bişeye üzülmemem gerektiğini daha çok hatırlamam gerekiyor sanırım.:)

Gene askeri nizam, tek sıra halinde Warner Bros. arazisinde Big Bang'in çekileceği stüdyoya ilerledik. Stüdyo önünde oyuncuların karavanlarının yanı sıra cast ve crew için isimlerine özel park alanları da bulunuyor. Chuck Lorre'nin arabasıymış bir çizelim mi ehe ehe geyikleri kaçınılmaz burada beklerken..


Telefon, kamera vs olayına karşın çok sıkı bir aramadan geçtikten sonra nihayet sete girebiliyoruz. Tiyatro salonu gibi, gibisinden öte.  Daireler yani setler yanyana. Aşağıda nette bulduğum bir kaç resim paylaşıyorum, birazcık fikriniz olsun diye. Biz Penny'nin dairesinin önünde oturduk, bu odanın solunda, sadece o gün ki çekime özel inşa edilmiş bir eczane vardı. Ortada meşhur hiç çalışmayan asansör ve merdivenler, devamında Sheldon ve Leonard'ın dairesi. Bunlar görünen kısımları tabi. Çekimlerin yapıldığı diğer alanlar, örneğin üniversite, Raj ve Howard'ın evi, bu dairelerin arkasında seyircilerin görüş alanlarının dışında kalıyor.Tavanlardan mikrofonların, kayıt cihazlarının sarktığı küçük bir tiyatro salonu gibi.. 


Dizi çekiminden ziyade tiyatro gibiydi zaten herşey :) Nihayet perde açıldı ve oyuncular bizi selamladı. Onlar arka planda hazırlanırken henüz tvde yayınlanmamış bir bölümü izledik. Bu arada arka planda seyircileri yönlendiren bir şovmen bulunuyor. Bu amca, 4 saat sürecek çekimde seyircilerin sıkılmaması, aslında kahkahaların dozajının düşmemesi için yönlendirmeler yapıyor. Çekim aralarında seyirciler arasında oyunlar oynatıyor, sihir numaraları yapıyor vs vs. Yeter ki kahkaha düzeyi düşmesin, gerekli yerlerde tepki verebilsin seyirciler diye. Zaten canlı çekim yapmakta ki amaç bu. Hem oyuncular seyirciden aldıkları enerji ile performanslarını arttırıyor, hem de kahkahaları kullanıyorlar. ( Kullanıldık evet :D )

Ekip daha önceden prova ettiği sahneleri her salı günü, seyirci karşısında oynuyor. Her sahneyi 2 ya da 3 defa çekerek tamamlıyorlar. Tabi her sahneden önce amca hatırlatıyor, lütfen ilk kez duyuyormuş gibi gülün :) Bu arada bir sahneyi hiç ara vermeden çekiyor olmaları ve tüm konuşmaları (fiziğe dair karmaşık replikleri bile ) ezberlemiş olmaları da şaşırtıcı elbette. Yani şöyle, sahne Penny'nin evinde geçen 4 dakikalık bir sahne diyelim, baştan sona ara vermeden tüm sahneyi çekiyorlar ve seyircilerden gelecek tepkilere göre bazı değişiklikler yapıyorlar. Gelecek kahkahalara göre revizyon yani. Örneğin Sheldon komik bişi söylüyor, seyirciler çok gülüyorlar ve o gülme bitmeden konuşmaya başlarsa, kesip, tekrardan çekiyorlar. Bu defa, lafına başlamadan önce kahkahaların tamamlanmasını bekliyor. Ya da istedikleri kahkahayı alamadıkları durumlarda , bazı eklemeler yapıyorlar. 

Bu arada oyuncular inanılmaz sevimli, Howard hariç :) Çok canayakın olarak hayal ettiğim Howard , çekim aralarında sürekli tırnak yedi ve seyircilerle göz göze gelmemeye özen gösterdi. Hiç güldüğünü görmedim. Geri kalan ekip çok sevimliydi. Seyircilerin oynadığı oyunları izlediler zaman zaman.. Favorim Raj oldu.. Sürekli dans edip, seyircilere el sallayıp durdu :). Yemek molasında, ( kahkaha işçilerine pizza ikram ettiler sağolsunlar :)) Leonard ve Penny yanımıza geldi. Leonard, seyircilerin onlar için çok önemli olduğunu ve showun gücünü burdan aldığına dair klişe bir konuşma yaptı. Konuşma klişeydi ama deneyim inanılmazdı :)

Sonuçta 20 dakikalık show, kusursuz bir organizasyonla 4 saatte tamamlandı.Çekimlerine katıldığımız  7. sezonun 7. bölümü Kasımın 7'sinde yayınlandı ve 17 milyon kişi tarafından izlendi. ( Şair burda şanslı numarası olan 7'ye gönderme yapıyor.) Dünyaca ünlü bir sitcomun çekimlerini canlı olarak izleyebilmek, oyuncuların ve ekibin çekim aralarında ki iletişimini , arka planı görebilmek benim için inanılmazdı..  Tabi sevgilim için de öyle :) Daha önce hiç izlemediği bir dizinin çekimlerine katılmak, baştan sona izlemiş olduğu ilk bölümün canlı olarak önünde çekilmesi şaşırtıcı olmalı..


Kahkahalarımızı duyarsınız belki..

http://www.yabancidiziizle1.com/the-big-bang-theory-7-sezon-7-bolum.html